Tarihte Bugün 21 Ekim: İmparatorlukların Kaderi, Ulusların Doğuşu ve Fikirlerin Işığı
Tarih, yalnızca rakamlardan ve olaylardan ibaret bir kronoloji değildir; o, insanlığın kolektif hafızası, bugünü şekillendiren kararların ve tesadüflerin karmaşık bir dokumasıdır. Takvim yaprakları 21 Ekim'i gösterdiğinde, bu dokumanın en kritik ve en çeşitli ipliklerinden bazılarını bir arada görürüz. Bu tarih; denizlerde imparatorlukların kaderini belirleyen top atışlarından, bir ulusun yeniden doğuşu için atılan diplomatik adımlara; insanlığın en yıkıcı icatlarından birini yapan bir adamın paradoksal doğumundan, geceyi gündüze çeviren bir ampulün ilk kez parlamasına kadar uzanan muazzam bir yelpazeyi kapsar.21 Ekim, her şeyden önce, 19. yüzyılın ve belki de takip eden 100 yılın en belirleyici askeri anlarından birine ev sahipliği yapar: 1805, Trafalgar Muharebesi.
Bir İmparatorluğun Denizlerdeki Zaferi: Trafalgar
- yüzyılın başları, Napolyon Bonapart'ın Avrupa'yı kasıp kavuran hırsının gölgesindeydi. Fransız İmparatoru, karada neredeyse durdurulamaz bir güçtü; Austerlitz gibi zaferlerle kıta Avrupa'sını dizlerinin üzerine çöktürmüştü. Ancak önündeki son ve en büyük engel, bir ada ulusu olan Britanya'ydı. Napolyon, Britanya'yı işgal etmenin tek yolunun Manş Denizi'ni kontrol etmek olduğunu biliyordu. Bu da, dünyanın en güçlü donanması olan Britanya Kraliyet Donanması'nı (Royal Navy) yok etmekten geçiyordu.
"Nelson Dokunuşu" (Nelson Touch) olarak bilinen cüretkar bir planla, filosunu iki kola ayırdı ve düşman hattını dikey olarak yarmak için emir verdi. Bu, inanılmaz riskli bir manevraydı; öncü gemiler, düşman hattını yarana kadar birden fazla geminin toplu ateşine maruz kalacaktı. Nelson'ın amiral gemisi HMS Victory, bu saldırının ön saflarındaydı. Savaş başlamadan hemen önce Nelson, donanma tarihinin en ünlü sinyalini gönderdi: "İngiltere, her adamın görevini yapmasını bekler."
Savaş, tam bir kargaşa ve vahşet içinde geçti. Britanya gemileri, düşman hattını delmeyi başardı ve yakın mesafeden çıkan "göğüs göğüse" bir toplaşmayla Fransız-İspanyol filosunu darmadağın etti. Zafer kesindi, ancak bedeli ağır oldu. Nelson, savaşın zirvesinde, güvertede bir Fransız keskin nişancı tarafından vuruldu. Kurşun omurgasına saplanmıştı. Zafer haberini aldıktan kısa bir süre sonra, şu sözlerle hayata veda etti: "Tanrı'ya şükür, görevimi yaptım."
Trafalgar'ın sonuçları muazzamdı. Britanya, birleşik filonun 22 gemisini batırmış veya ele geçirmiş, kendisi tek bir gemi bile kaybetmemişti. Napolyon'un Britanya'yı işgal etme hayalleri o gün okyanusun dibine gömüldü. Daha da önemlisi, Britanya'nın denizlerdeki mutlak hakimiyeti ("Britannia rules the waves") bir sonraki yüzyıl boyunca, yani Birinci Dünya Savaşı'na kadar sorgulanamaz hale geldi. 21 Ekim, bir imparatorluğun zirvesini perçinleyen kanlı bir gündü.
Bir Ulusun Doğuşundaki Diplomatik Adım: Amasya Görüşmeleri (1919)
Trafalgar'dan tam 114 yıl sonra, tarih sahnesi çökmüş bir imparatorluğun küllerinden yeni bir ulus yaratmaya çalışanların mücadelesine odaklanmıştı. 21 Ekim 1919, Osmanlı İmparatorluğu'nun fiilen sona erdiği, Anadolu'nun işgal altında olduğu bir dönemde, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna giden yolda kritik bir dönemeçtir.Sivas Kongresi'nin ardından Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki Heyet-i Temsiliye, Anadolu'daki Milli Mücadele'nin fiili yürütme organı haline gelmişti. İstanbul'daki Damat Ferit Paşa Hükümeti ise bu hareketi bir isyan olarak görüyor ve bastırmaya çalışıyordu. Ancak Damat Ferit'in düşmesi ve yerine Ali Rıza Paşa Hükümeti'nin kurulması, bir diyalog kapısı araladı. Yeni hükümetin Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Salih Paşa, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere Amasya'ya gönderildi.
20-22 Ekim tarihleri arasında süren ve 21 Ekim'in tam merkezinde yer aldığı bu görüşmeler, tarihe "Amasya Mülakatı" veya "Amasya Protokolleri" olarak geçti. Bu görüşmelerin önemi, askeri bir zaferden çok, siyasi bir meşruiyet kazanımıydı. İlk kez, Padişah'ın başkentteki resmi hükümeti, Anadolu'daki milli hareketi (Heyet-i Temsiliye) bir muhatap olarak kabul ediyor ve onlarla masaya oturuyordu.
Bu görüşmelerde, vatanın bütünlüğü, manda ve himayenin reddi, Mebusan Meclisi'nin toplanması gibi Sivas Kongresi kararları masaya yatırıldı. Salih Paşa, İstanbul Hükümeti adına bu taleplerin çoğunu prensipte kabul etti. Her ne kadar İstanbul'a döndüğünde bu protokollerin tamamını hükümete onaylatamamış olsa da, Amasya Görüşmeleri'nin yarattığı etki devasaydı.
Mustafa Kemal Paşa, bu görüşmelerle İstanbul Hükümeti'ne karşı büyük bir siyasi zafer kazanmış oldu. Milli Mücadele'nin artık "asi" bir hareket değil, meşru bir temsil gücü olduğu tescillendi. Bu, Kurtuluş Savaşı'nın "diplomatik" cephesinin ilk ve en önemli kazanımlarından biriydi.
Paradokslar Adamının Doğuşu ve Bir Işığın Parlayışı
21 Ekim, sadece savaş ve diplomasi tarihi değildir; aynı zamanda modern dünyayı değiştiren iki önemli figürle de anılır:Alfred Nobel'in Doğumu (1833): 21 Ekim 1833'te Stockholm'de doğan Alfred Nobel, tarihin en büyük paradokslarından birini temsil eder. Bir kimyager, mühendis ve mucit olarak, en çok "dinamit"i icat etmesiyle tanınır. Dinamit, 19. yüzyılın ikinci yarısında inşaat, madencilik ve altyapı projelerinde (tüneller, kanallar, demiryolları) bir devrim yarattı. Ancak aynı icat, savaş alanlarında benzeri görülmemiş bir yıkım gücü de sağladı.
Bir rivayete göre, 1888'de kardeşi Ludvig'in ölümü üzerine bir Fransız gazetesi yanlışlıkla Alfred Nobel'in öldüğünü duyurdu ve "Le marchand de la mort est mort" (Ölüm taciri öldü) başlığını attı. Kendi ölüm ilanını okuyan ve insanlık tarafından nasıl hatırlanacağını gören Nobel, dehşete kapıldı. Mirasının sadece yıkımla anılmasını istemedi. Bunun üzerine vasiyetini değiştirdi ve devasa servetinin tamamını, her yıl fizik, kimya, tıp, edebiyat ve (en ironik olanı) barış alanlarında insanlığa olağanüstü katkılarda bulunanlara verilecek ödüller için ayırdı. 21 Ekim, dinamitin mucidinin ve Nobel Barış Ödülü'nün kurucusunun dünyaya geldiği gündür.
Edison'un Ampulü (1879): 21 Ekim 1879'da ise Thomas Edison, insanlığın geceyle olan ilişkisini sonsuza dek değiştirdi. Edison ampulü "icat etmedi" – ondan önce birçok mucit ışık yayan ampuller denemişti. Edison'un başarısı, "pratik, güvenli ve ticari olarak sürdürülebilir" ilk ampulü yaratmaktı. Menlo Park'taki laboratuvarında, karbonize bir pamuk ipliğini flaman (tel) olarak kullanarak yaptığı ampul, 21-22 Ekim tarihlerinde tam 13.5 saat boyunca aralıksız yandı. Bu, evlerde güvenle kullanılabilecek ve seri üretilebilecek bir modelin kanıtıydı. Bu tarih, sadece bir ampulün yandığı değil, modern elektrik şebekelerinin, 24 saat yaşayan şehirlerin ve geceyi aydınlatan bir çağın fiilen başladığı andır.
21 Ekim, tarihin ne kadar çok katmanlı olduğunun bir özetidir. Bir yanda Nelson'ın ölümüyle bir imparatorluğun denizlerdeki hakimiyetini perçinlemesi, diğer yanda Mustafa Kemal'in diplomasisiyle yeni bir ulusun meşruiyetini kazanması. Bir yanda "ölüm taciri" olarak anılmaktan korkan Nobel'in doğumu, diğer yanda Edison'un geceyi bitiren ışığı... Bu tarih, bize büyük askeri zaferlerin, çetin diplomatik müzakerelerin ve çığır açan icatların dünyamızı nasıl aynı anda ve farklı yönlerde şekillendirdiğini hatırlatır.