Tarihte Bugün 13 Kasım: Avrupa'nın Kalbindeki Dehşet, İhmalin Kurbanı Bir Şehir ve Kızıl Gezegen'e İlk Adım!
Tarihin her günü, insanlığın karmaşık doğasını yansıtan zıtlıklarla doludur. Ancak 13 Kasım, bu zıtlığın en keskin, en trajik ve en muzaffer anlarından bazılarını aynı 24 saate sığdırmış bir gündür. Bu tarih, 21. yüzyıl Avrupa'sının gördüğü en kanlı, en organize terör saldırısının, Paris'te Bataclan'ın masum kanıyla lekelendiği "Cuma Dehşeti"nin yıldönümüdür. Bu tarih, on binlerce insanın yaklaşan bir felakete karşı uyarılmadığı, bir şehrin (Armero) tamamının volkanik çamurla haritadan silindiği, "ihmalin" bir "doğal afetten" daha ölümcül olabileceğini kanıtlayan bir trajedinin tarihidir.Ancak 13 Kasım, aynı zamanda siyasi ve bilimsel devrimlerin de tarihidir. Filistin davasının tartışmalı lideri Yaser Arafat'ın, Birleşmiş Milletler kürsüsüne "bir elinde zeytin dalı, diğerinde özgürlük savaşçısının silahıyla" çıkarak dünya siyasetini yeniden şekillendirdiği gündür. Ve bu tarih, insanlığın Dünya'nın yerçekiminden kurtulup, ilk kez başka bir gezegenin (Mars) yörüngesine bir uydu (Mariner 9) yerleştirmeyi başardığı, uzay keşif tarihinin en büyük zaferlerinden birinin de miladıdır. KFN Haberleri olarak, 13 Kasım'ın bu acı, öfke ve hayranlık dolu mirasını, 1500 kelimelik bu özel dosyada tüm detaylarıyla inceliyoruz.
2015: Avrupa'nın 11 Eylül'ü: Paris Saldırıları ve Bataclan Katliamı
13 Kasım 2015 Cuma akşamı, Paris "Işıklar Şehri" unvanına yakışır sıradan bir Cuma gecesine hazırlanıyordu. İnsanlar kafelerde oturuyor, Stade de France'ta Fransa-Almanya dostluk maçını izliyor, Bataclan konser salonunda ise "Eagles of Death Metal" grubunun konserini bekliyordu. Saat 21:16'da, her şey bir anda değişti.Bu, kaotik ve tekil bir eylem değildi; IŞİD (DAEŞ) tarafından planlanan, yüksek düzeyde koordine edilmiş, yedi farklı noktayı hedef alan acımasız bir terör saldırı dalgasıydı.
Hedef: Batı Yaşam Tarzıİlk patlamalar, Cumhurbaşkanı François Hollande'ın da bulunduğu Stade de France'ın dışında, canlı bombalar tarafından gerçekleştirildi. Ardından, Paris'in 10. ve 11. bölgelerindeki barların ve restoranların (Le Carillon, Le Petit Cambodge, La Casa Nostra) terasları, Kalaşnikoflarla (AK-47) donanmış teröristler tarafından metodik bir şekilde tarandı. Hedef, askerler veya siyasetçiler değil, Cuma akşamı sosyalleşen sıradan sivillerdi.
Dehşetin Zirvesi: BataclanSaldırıların en korkuncu ve en kanlısı, saat 21:40'ta Bataclan konser salonunda yaşandı. Üç terörist, konser salonunun ana kapısından girerek, 1.500 kişinin bulunduğu kalabalığın üzerine rastgele ateş açmaya başladı.
Görgü tanıklarının ifadeleri, yaşananları bir "kıyamet" olarak nitelendirdi. Müzik sesi, otomatik silah sesleriyle kesildi. Teröristler, kaçmaya çalışanları veya yere yatanları tek tek infaz etti. Yaklaşık 20 dakika süren bu ilk katliamın ardından, hayatta kalan yüzlerce kişiyi rehin aldılar. Polis özel harekat timlerinin (BRI, RAID) salonun etrafını sarmasıyla, saatler sürecek bir kuşatma başladı.
Polis, gece yarısından hemen sonra (00:20) operasyon için düğmeye bastı. İçerideki rehinelerin infaz edilmeye devam etmesi üzerine, ekipler ana kapıdan girdi. İki terörist üzerlerindeki intihar yeleklerini patlatırken, üçüncüsü polis kurşunlarıyla öldürüldü. Operasyon bittiğinde, Bataclan'ın zemini kan gölüne dönmüştü ve sadece o salonda 90 masum insan hayatını kaybetmişti.
Mirası: Güvenliğin SonuStade de France ve kafelerle birlikte, o gece toplam 130 sivil (ve 7 terörist) öldü, 400'den fazla kişi yaralandı. Bu, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Fransa topraklarındaki en ölümcül saldırıydı.
13 Kasım saldırıları, Avrupa'nın "güvenlik" anlayışını kökten değiştirdi. Fransa, saldırıların hemen ardından ülke çapında "olağanüstü hal" ilan etti; bu, Soğuk Savaş'tan bu yana bir ilk değildi, Cezayir Savaşı'ndan (1961) bu yana bir ilkti. Sınırlar kapatıldı, "terörle mücadele" yasaları sertleştirildi ve Avrupa başkentlerindeki "güvenlik tiyatrosu" (her yerde ağır silahlı askerlerin devriye gezmesi) kalıcı hale geldi. IŞİD, hedefini değiştirmişti; artık askeri üsler veya sembolik binalar değil, Batı'nın "yaşam tarzı" (müzik, spor, sosyalleşme) hedef alınıyordu. 13 Kasım 2015, Avrupa'nın güvenlik konusundaki masumiyetini kaybettiği gün olarak tarihe geçti.
1985: İhmalin Çamura GömDüğü Şehir: Armero Trajedisi
13 Kasım 1985'te, Kolombiya'nın Tolima bölgesinde yer alan 29.000 nüfuslu Armero şehri, tarihin en ölümcül ve en "önlenebilir" doğal afetlerinden birinin kurbanı oldu. Bu trajedinin sorumlusu sadece Nevado del Ruiz volkanı değil, aynı zamanda bilimin uyarılarına kulak tıkayan bir hükümetin ihmalkarlığıydı.Aylardır Bağıran FelaketNevado del Ruiz, 15.000 fitten yüksek, zirvesi buzullarla kaplı dev bir yanardağdı. Volkan, bir yıl boyunca (Eylül 1984'ten itibaren) sarsıntılar, buhar püskürmeleri ve kül yağmurlarıyla bölgeyi uyarmıştı. İtalyan volkanologlar, Kolombiyalı yetkililere defalarca kez "acil durum" ve "tahliye" planları sunmuş, küçük bir patlamanın bile zirvedeki buzulları eriterek "lahar" (volkanik çamur seli) yaratacağı konusunda net raporlar vermişti.
Ancak Kolombiya hükümeti, hem ülkedeki iç savaş (M-19 gerillalarıyla mücadele) nedeniyle hem de ekonomik paniğe yol açmamak adına bu uyarıları "panik havası yaratmak" olarak nitelendirerek dikkate almadı. 13 Kasım akşamı, Armero halkı volkandan yağan küllere rağmen "sakin olmaları" yönünde anonslar duyuyordu.
Kıyamet Seli: LaharSaat 21:09'da, volkan beklenen patlamayı gerçekleştirdi. Bu, devasa bir patlama değildi (VEI 3); asıl felaket, patlamanın tetiklediği şeydi. Isı, zirvedeki buzulun %10'unu anında eritti. Milyonlarca ton su, erimiş buz, kaya ve kül, saatte 60 km'yi aşan bir hızla dağdan aşağı, nehir yataklarına doğru akmaya başladı.
Bu, su değil, sıcak çimentoyla dolu dev bir kamyon hızında ilerleyen bir "lahar"dı.
Saat 23:30 sularında, bu devasa çamur seli, 50 km uzaktaki Armero şehrine ulaştı. Şehir, nehir yatağının üzerine kuruluydu ve halkın çoğu uyuyordu. Çamur dalgası, bazı yerlerde 40 metre yüksekliğe ulaşıyordu. Evleri, binaları, köprüleri ve insanları saniyeler içinde yuttu.
Sabah olduğunda, Armero diye bir şehir yoktu. Geriye sadece gri, buharı tüten devasa bir çamur denizi kalmıştı. Toplamda, Armero ve çevresindeki kasabalarda 23.000'den fazla insan hayatını kaybetti. Bu, 20. yüzyılın en ölümcül ikinci volkanik felaketiydi.
Trajedinin Yüzü: Omayra SánchezBu korkunç ihmalin ve trajedinin sembolü, 13 yaşındaki Omayra Sánchez oldu. Kurtarma ekipleri, felaketten saatler sonra Omayra'yı, evinin enkazında, boynuna kadar su ve çamur içinde sıkışmış halde buldu. Ayakları, yıkılan beton duvarların ve ölen akrabalarının cesetlerinin altında sıkışmıştı.
Kurtarma ekiplerinin ve gazetecilerin tüm çabalarına rağmen, onu çekip çıkaracak vinç veya enkazı kesecek ekipman bölgeye ulaştırılamadı. Omayra, yaklaşık 60 saat (üç gün) boyunca bilinci açık bir şekilde, kameraların önünde kurtarılmayı bekledi. Gazetecilerle konuştu, şarkı söyledi, yiyecek istedi ve korktuğunu söyledi. Tüm dünya, onun yavaş yavaş hipotermi ve kangrenden ölüşünü canlı izledi. 16 Kasım'da, bilincini kaybederek hayatını kaybetti.
Fotoğrafçı Frank Fournier'in çektiği "Omayra'nın Istırabı" fotoğrafı, o yıl Dünya Basın Fotoğrafı Ödülü'nü kazandı. Bu fotoğraf, sadece bir kız çocuğunun değil, bir hükümetin kendi halkına karşı işlediği ihmal suçunun da sembolü haline geldi. Armero, bir doğal afet değil, "insan yapımı" bir felaket olarak tarihe geçti.
1974: Birleşmiş Milletler Kürsüsünde Bir Savaşçı: Yaser Arafat
13 Kasım 1974, küresel diplomasi ve Orta Doğu çatışması için bir dönüm noktasıydı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, tarihinde ilk kez, bir "devlet başkanı" olmayan, "Filistin Kurtuluş Örgütü" (FKÖ) lideri Yaser Arafat'ı kürsüsüne davet etti.Bu karar, BM'yi ikiye bölmüştü. ABD ve İsrail için Arafat, bir "terörist" ve "katil" idi. Arap ülkeleri ve Üçüncü Dünya Bloku içinse Arafat, bir "özgürlük savaşçısı" ve "halkının tek meşru temsilcisi" idi.
Arafat'ın New York'a gelişi olağanüstü güvenlik önlemleri altında gerçekleşti. Kürsüye çıktığında, üzerinde askeri üniforması vardı ve en çok tartışılan detay, belindeki (boş olduğu söylenen) tabanca kılıfıydı.
"Zeytin Dalı ve Özgürlük Savaşçısının Silahı"Arafat'ın o gün yaptığı konuşma, 20. yüzyılın en ikonik siyasi metinlerinden biridir. Filistinlilerin "mülteci" değil, "ulusal hakları" olan bir halk olduğunu savundu ve İsrail'e (Siyonizm'e) karşı sert eleştiriler yöneltti.
Ancak konuşma, tarihe geçen o final cümlesiyle damga vurdu:
"Bugün buraya bir elimde zeytin dalı, diğer elimde ise bir özgürlük savaşçısının silahıyla geldim. O zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin. Tekrar ediyorum: O zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin."
Bu, hem bir barış çağrısı hem de bir tehditti. Arafat, dünyaya "Bizi tanıyın ve bir devlet kurmamıza izin verin, yoksa silahlı mücadele devam edecek" mesajını en net şekilde veriyordu.
Mirası: Diplomatik ZaferKonuşmanın hemen ardından BM Genel Kurulu, FKÖ'ye BM'de "üye olmayan gözlemci" statüsü verdi. Bu, Filistin davası için muazzam bir diplomatik zaferdi. Sorun, artık sadece bir "insani yardım" veya "mülteci" sorunu olmaktan çıkmış, "ulusal kendi kaderini tayin hakkı" olarak uluslararası arenada resmen tanınmıştı. 13 Kasım 1974, Filistin diplomasisinin doğduğu gündür.
1971: Kızıl Gezegen'in İlk Uydusu: Mariner 9 Mars'a Vardı
13 Kasım, aynı zamanda insanlığın keşif arzusunun zaferlerinden birini de barındırır. Soğuk Savaş'ın "Uzay Yarışı" tüm hızıyla devam ederken, ABD ve Sovyetler Birliği "Ay" hedefinden sonra gözlerini Mars'a dikmişti. Sovyetler, Mars'a ilk ulaşmak için defalarca deneme yapmış (Mars 2 ve 3) ancak başarısız olmuştu.NASA'nın Mariner 9 adlı uzay aracı, 30 Mayıs 1971'de fırlatıldı ve 167 gün süren bir yolculuğun ardından 13 Kasım 1971'de hedefine ulaştı. O gün, Mariner 9 motorlarını 15 dakika boyunca ateşleyerek yavaşladı ve Mars'ın yerçekimine yakalandı.
Bu an, tarihi bir andı: Mariner 9, insanlık tarihinde başka bir gezegenin yörüngesine giren ilk yapay uydu oldu.
Toz Fırtınasının Ortasında Bir BaşarıAncak Mars, misafirlerini pek de iyi karşılamadı. Mariner 9 yörüngeye girdiğinde, gezegen tarihin en büyük "toz fırtınalarından" birinin ortasındaydı. Tüm yüzey, dev bir toz bulutuyla kaplıydı ve hiçbir şey görünmüyordu. Görev Kontrol, haftalarca endişeyle bekledi.
Toz bulutunun arasından görülebilen tek şey, dört devasa "nokta" idi. Fırtına dindiğinde, bu noktaların Güneş Sistemi'ndeki en büyük volkanlar olduğu anlaşıldı (Olympus Mons dahil).
Mariner 9, fırtına dindikten sonra 349 gün boyunca yörüngede kalarak Mars yüzeyinin %85'inin haritasını çıkardı. Güneş Sistemi'nin en büyük kanyonu olan "Valles Marineris"i (Mariner Vadisi - adını bu araçtan alır) ve kurumuş nehir yataklarını keşfederek, Mars'ın bir zamanlar "ıslak" ve dinamik bir gezegen olduğunu kanıtladı. 13 Kasım 1971, Mars keşiflerinin başladığı ve Kızıl Gezegen'i "Ay" gibi ölü bir krater yığını olmaktan çıkarıp, "yaşam" arayışındaki bir numaralı hedef haline getiren gündür.
Peki sizce 13 Kasım'ın mirasını en çok hangi olay tanımlıyor? Paris'te modern terörün yarattığı dehşet mi, Armero'da ihmalin yol açtığı trajedi mi, Arafat'ın diplomasisi mi, yoksa Mariner 9'un bilimsel zaferi mi? Yorumlarınızı bekliyoruz!